Selamdan
sonra, Azizim,
Ben İskender Pala. Ders kitaplarının arasına mahrem sevgililerin
resimleri gibi saklayarak evin soba yanan tek odasındaki kış
gecelerinin Teksas ve Tommiks'lerini geride bıraktığım ilk
mektep yıllarından sonra -ki kendilerini takip eden soluk
benizliler yanlış istikamete gitsin diye Apaçilerin atlarının
ayaklarına nalları ters çaktıklarını bu vesile ile bilirim-
okuduğumu hatırladığım ilk kitap Peyami Safa'nın 9. Hariciye
Koğuşu olmuştu. Kitabı elime aldığımda önce Kızılderili reisi
Oturan Boğa'ya ihanet ettiğimden dolayı utandığımı ve bir
asker hikayesi okuyucağımı vehmederken safran boyalı koridorlardan
eter kokusu duyarak sükût-ı hayâle uğradığımı hâlâ unutmam.
Galiba kitabın adındaki Koğuş kelimesinin en masum askeri
anlamıyla böyle düşünmüş ve yerli kızılderili hikayeleri hayal
ederken Uşak sokaklarında asker koğuşu hayal eder olmuştum.
9. Hariciye Koğuşu'nu lise yıllarımda yeniden okuduğum zaman
ben de roman kahramanı gibi hasta yatağındaydım ve ıztıraplarımın
ince sızılarında bir haram lezzeti duymuştum. |
|
Bunu Peyami'nin
Yalnızız'ı takip etti. O kitaptan aklımda kalan tek cümle
-eğer yanlış hatırlamıyorsam- "Kendi kendimden nefretimin
çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım."
idi ve ben Peyami'nin, yalnızca bu cümleye anlam katabilmek
için o koca romanı yazdığına inanmıştım. Gerçekten de ilk
gençlik yıllarımın bütün ruh ummanları bu cümleyle çalkalandı
ve Türkiye'nin 70'li yıllarına rastlayan bütün gençlik fikir
ve bunalımları yavaş yavaş beynimin cidarlarında acıyla, nefretle
formatlanmaya başladı. |